Anasayfa / Haberler / Üniversite Mezunlarının Artan Sayısı: İş Beğenmeme Algısının Ötesinde Yapısal Uyum Sorunu

Üniversite Mezunlarının Artan Sayısı: İş Beğenmeme Algısının Ötesinde Yapısal Uyum Sorunu

 

Prof. Dr. Veysel Bozkurt’a göre Türkiye’de işsizliğin temel nedeni gençlerin ‘iş beğenmemesi’ değil, işgücü piyasasında görülen yapısal uyumsuzluklardır. Bozkurt, üniversite mezunlarının eğitimleriyle iş piyasasının talepleri arasında ciddi bir kopukluk yaşandığını, bu nedenle beklentilerinin karşılanmamasının gençlerde derin bir hayal kırıklığı yarattığını ifade etti.

Türkiye’de işsizlik oranları uzun süredir gündemdeki en önemli sosyo-ekonomik sorunlardan biri olarak tartışılmaktadır. Ancak mesele yalnızca işsizliğin yüksek oranlarıyla sınırlı değildir; asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, işgücü piyasasında iş ve işçi arasında giderek derinleşen yapısal uyumsuzluktur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Bozkurt, gençlerin ‘iş beğenmemesi’ şeklindeki yaklaşımın yüzeysel bir değerlendirme olduğunu vurgulamakta; esas sorunun üniversite mezunlarının beklentileri ile piyasanın sunduğu ücretler ve çalışma koşulları arasındaki belirgin uçurumdan kaynaklandığını ifade etmektedir.

YAŞAM STANDARTLARININ İŞ TERCİHLERİNE ETKİSİ

Türkiye’de asıl sorun işsizlik mi, yoksa insanlar iş beğenmiyor mu?

Prof. Dr. Veysel Bozkurt, Türkiye’de işsizlik ile iş beğenmeme olgusunun özellikle genç nüfus arasında dikkat çekici boyutlara ulaştığını belirtmektedir. Ona göre, orta ve üst-orta sınıfa mensup bazı gençler, ailelerinden düzenli olarak asgari ücretin üzerinde maddi destek sağladıkları için emek piyasasında sunulan iş fırsatlarını cazip bulmamaktadır. Bu nedenle, söz konusu grupta iş beğenmeme eğiliminin işsizlik dinamikleri üzerinde etkili olabileceği vurgulanmaktadır.

Prof. Dr. Veysel Bozkurt, ülkelerin yaşam standartlarının iş tercihleri üzerinde belirleyici bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Örneğin Afganistanlı bir birey için aylık 200 dolarlık bir gelir kabul edilebilir düzeyde iken, Türkiye’de yaşayan bireylerin 400 dolarlık bir ücreti yetersiz bulmaları bu farklı yaşam standartlarının doğal bir sonucudur. Bu durum, işgücü piyasasında ücret algılarının toplumsal refah düzeyiyle doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

Diğer yandan, gençlerin tercih etmediği işler çoğunlukla insana yakışır standartlardan uzak, güvenceden yoksun ve düşük ücretli niteliktedir. Bu tür işlerde çalışanlar, çoğu zaman günlük 10-12 saati bulan uzun mesai süreleriyle yasal sınırların ötesinde ağır koşullar altında emek harcamakta; sosyal haklardan mahrum bırakılmakta ve geleceğe dair bir güvence elde edememektedir. Dolayısıyla bu işlerin reddedilmesini ‘tembellik’ ya da ‘kibir’ ile açıklamak, yapısal gerçekleri göz ardı eden indirgemeci bir yaklaşım olacaktır.

VERİMLİLİĞİN ARTIŞI İÇİN YAPISAL VE ZİHİNSEL DÖNÜŞÜM ŞART

Çalışanların verimliliğini artırmak için iş hayatında ne gibi değişiklikler yapılmalı?

Prof. Dr. Veysel Bozkurt’a göre, çalışma hayatında verimliliği artırmanın yolu, beşerî sermayenin niteliğini yükseltmek ve daha yüksek teknolojiye dayalı bir üretim yapısına geçmek.

İşgücüne eğitim ve teknoloji alanlarında yatırım yapılmalı; çalışanlar bir maliyet unsuru değil, geliştirilmesi gereken bir kaynak olarak görülmelidir. Bu amaçla, çalışanların yetkinliklerini güncel tutmak için sürekli eğitim, mesleki gelişim ve mentörlük programları düzenlenmelidir.

“YÖNETİM ANLAYIŞI GÖZDEN GEÇİRMELİ”

Prof. Dr. Veysel Bozkurt’a göre sadece teknik altyapı değil, zihniyet dünyasında da köklü bir dönüşüme ihtiyaç vardır. Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında en uzun süre çalışan ülkelerden biri olması, her zaman yüksek verimlilik anlamına gelmiyor. Ayrıca yönetim anlayışımızı, insan odaklı ve verimliliği esas alan bir yaklaşımla yeniden şekillendirmemiz gerekiyor.

GEÇİM KAYGISI AZALMALI, ÇALIŞMA KOŞULLARI İYİLEŞTİRMELİ

Bozkurt, çalışanlara geçim derdini ortadan kaldıracak düzeyde adil bir ücret sunulmasının, örgütsel bağlılık ve iş memnuniyetini artıracağını, bunun da doğrudan verimlilik üzerinde olumlu bir etki yaratacağını vurguluyor.

Ayrıca iş sağlığı ve güvenliği hem fiziksel hem de psikolojik açıdan öncelikli bir konu haline getirilmelidir. Başarı ve gayretin düzenli olarak takdir edildiği bir kurum kültürü de verimliliği destekleyen önemli unsurlardan biridir.

“Türkiye’de ciddi bir eğitim-istihdam uyumsuzluğu yaşanmaktadır. Üniversiteler, ekonominin talep etmediği alanlarda çok sayıda mezun vermektedir. Bu durum, bir yanda “diplomalı işsizler” ordusu yaratırken, diğer yanda sanayinin ihtiyaç duyduğu “vasıflı teknik eleman” eksikliğine yol açmaktadır.”

Her yıl artan üniversite mezunlarının iş gücü piyasasında karşılık bulamaması neyle açıklanabilir?

Bozkurt, üniversite mezunlarının karşılaştığı en önemli sorunlardan birinin planlama eksikliği olduğunu vurguluyor. Yükseköğretimdeki hızlı okullaşma sonucunda her yıl, ekonomideki nitelikli iş gücü talebinin çok üzerinde mezun veriliyor. Üniversite mezunu oranının yüksek olması toplum açısından olumlu olsa da bu kadar çok mezunun olduğu bir ortamda herkesi nitelikli pozisyonlara yerleştirmek mümkün değil. Bu durum, üniversite diplomasının ayrıcalık olma niteliğini zayıflatıyor.

EKONOMİK GERÇEKLER VE MEZUN İŞSİZLİĞİ

Ekonomik sorunlar üniversite mezunları arasında hayal kırıklığını artırıyor. Türkiye ekonomisi, hâlâ inşaat, tekstil ve turizm gibi emek yoğun ve düşük-orta teknolojili sektörlere dayandığı için nitelikli iş gücü talebi sınırlı kalıyor. Bu nedenle birçok mezun, nitelik gerektirmeyen işlerde (kurye, kasiyer, çağrı merkezi çalışanı) çalışmak zorunda kalıyor ya da uzun süre işsiz kalıyor.

“ÜNİVERSİTE DİPLOMALILAR ORDUSU”

Üniversite mezunlarının beklentileri ise diploma ile yükseliyor, her işi yapmak istemiyorlar. Bununla birlikte, üniversite eğitiminin içerik olarak teorik, ezbere dayalı ve piyasa ihtiyaçlarından kopuk olması da sorunu derinleştiriyor. İş dünyasının talep ettiği güncel yazılım dilleri, problem çözme becerileri, dijital okuryazarlık gibi pratik yetkinlikler yeterince kazandırılmıyor.

Son olarak, “Herkes üniversite mezunu olmalı” anlayışı, Almanya gibi ülkelerin aksine mesleki ve teknik eğitimin değerini düşürmüş durumda. Bu da hem vasıflı ara eleman açığına hem de vasıfsız bir “üniversite diplomalılar ordusu’na” yol açıyor.

Tarihsel olarak bizde bazı işler aşağılanır. Özellikle de beden işgücüne dayanan işler. İş para kazandırsa bile saygınlık ve statü sunmadığı için özellikle gençler tarafından tercih edilmemektedir.

Yüksek maaşlara rağmen inşaat ve mobilya sektöründe personel bulunamaması, size göre bu mesleklerin toplumdaki olumsuz algısı mı yoksa iş gücünün yeterli niteliklere sahip olmaması mı?

Prof. Dr. Veysel Bozkurt, “yüksek maaş teklif edildiği halde eleman bulunamıyor” yönündeki haberlerin dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Çünkü bu maaşlar genellikle güvencesiz, kayıt dışı, mevsimlik ya da proje bazlı işler için ödenen günlük yevmiyelerdir. Yıllık toplam gelir, sosyal güvence (emeklilik, sağlık sigortası) ve iş sürekliliği gibi açılardan bakıldığında bu işler aslında cazip değildir.

ZORLAYICI ÇALIŞMA KOŞULLARI VE SAĞLIK RİSKLERİ

Fiziksel olarak oldukça zorlayıcı ve uzun vadede ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen işlerde, örneğin süpermarketlerde kasiyerler saatlerce ayakta çalışmak zorundadır. Bozkurt, bu çalışanlara oturarak çalışma imkânı sağlanmasının önemine dikkat çekiyor. Ayrıca, bu işlerde günlük çalışma süreleri genellikle 10-12 saat arasında değişmekte, iş güvenliği önlemleri yetersiz kalmakta ve bazen ciddi hayati riskler söz konusu olmaktadır. Tüm bu olumsuz koşullar, maaş ne kadar yüksek olursa olsun işi cazip olmaktan çıkarıyor.

Türkiye’de bazı aileler için çocuklarının üniversite mezunu olması, onların bir meslek sahibi olmasından daha önemlidir. Bu aileler, üniversite diplomasının geçmişte olduğu gibi bir statü ve iş garantisi sağlayacağına inanır. Ancak günümüzde bu bakış açısı, değişen iş gücü piyasasında geçerliliğini yitirmiştir.

Bozkurt’a göre sorun sadece düşük ücret ya da nitelik eksikliği değil, mesleklerin sunduğu bütünsel değer paketinin (sağlık, güvenlik, saygınlık, gelecek güvencesi ve iş-yaşam dengesi) günümüz gençliği açısından kabul edilemeyecek kadar zayıf olmasıdır. Gençler, sadece maaşa değil, çalışacakları işin sunduğu yaşam kalitesine de bakmakta ve bu koşullar yeterince tatmin edici olmadığında o işi tercih etmemektedirler.

 

ekoltv.com.tr/Senem ULUHAN
Röportaj: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi &
 TESAM Yüksek İstişare Heyeti Üyesi Prof. Dr. Veysel Bozkurt

tr_TR